Bunları yüzüne söyleyebilmeyi daha çok isterdim ama eskiden daha içime kapanık biri olduğumdan mıdır, yoksa seninle bunları konuşacak kadar hiç fırsatımız olmadan gitmenden midir bilemiyorum ama mecburen yazmak zorundayım. Aslında bu yazıyı nasıl yazabileceğimi de duygularımı tam olarak anlatabileceğimi bilmiyorum, gerçi artık herşeyin çok geç olduğunun da farkındayım ama yine de belki okuyabileceğini düşünerek yazıyorum bunları, en azından sen okumasan bile belki birileri okur.
Birbirimize karşı sevgimizi ben büyüdükçe, sen de yaşlandıkça belli edememeye başladığımızı daha sen yanımdayken fark etmiştim. Birbirimize hem ne kadar benzediğimizi, hem de ne kadar farklı olduğumuzu da. Günlük konuşmalarımız artık şiddetli tartışmalar haline geldikçe birbirimizden uzaklaştığımızı da. Ya da göz göze baktığımızda hem üzüntü, hem sevgi, hem kızgınlığı aynı anda duyabilmeyi de. Ne garipti değil mi tüm bunlar? Peki ya sana hala kızgın olduğumu biliyor musun? Muhtemelen farkındasındır, çünkü şu yeryüzünde beni en iyi tanıyabilecek bir avuç insandan birisin. Peki aynısını ben sana yapsaydım sen de bana kızgın olur muydun? Olacağından hiçbir şüphem yok.
İnsan zamanla alışıyor derler ya her türlü acıya falan, kim dediyse sanırım biraz duygusal yönden zayıfmış. Ben, oğlun, bir kızdan ayrılmasını neredeyse aylarca atlatamazken, kanından canından birini, kendi elleriyle, sonsuza kadar göremeyeceği bir yere göndermenin acısını nasıl atlatabilir? Peki ya ne olursa olsun tek başına, hiç destek almadan, ayakta kalmayı nasıl başarabilir? İnan bana bunların cevabını bilseydim ne bunları sana sorardım, ne de bu yazıyı yazıyor olurdum.
İnsan bazen merak eder, kalp acıdan ezilir mi diye ya, eziliyor, hem de paramparça oluyor, ama yetmiyor, bir kez daha eziliyor, yetmiyor bir kez daha, bir kez daha... Peki ya sonuç olarak bir şey var mı ki? Heyhat, boşuna herşey, çünkü kalbin tek işi değirmen taşı arasında kalmış buğday tanesi gibi olmak. Her türlü acıyı, üzüntüyü tattım az çok, daha da ömrüm ne kadar var bilmiyorum ama bu gidişle de daha birçok acı üzüntü olacak gibi duruyor. Ama böylesine bir acıyı hissedebileceğim 3 kişi daha var.
Bazen içerek unutmayı, bazen ölerek bitirmeyi düşündüm herşeyi. Ama ne kadar beceriksizim ki, yapamadıklarım listesine bunları da ekledim. İnsanlara gereksiz açıklamalar yapmaktan sıkıldığım anlarda ikinciyi yapmak öylesine kolaydı ki, neden yapamadığımı hala ben de anlamış değilim, ama dedim ya kendi beceriksizliğimle alakalı tamamı ile.
Şu an da biliyorum ki bir yerlerden beni izliyorsun, gurur duyabileceğin birşeyler yapamadığım için özür dilerim. İleride bunları telafi edebilir miyim onu da bilmiyorum, Ama bilmeni istediğim tek şey var ki, oğlun yaşıyor, seni seviyor, özlüyor, toprağına bakıp gözyaşı döküyor hiçbir şeye yaramasa bile...
17 Aralık 2010 Cuma
15 Aralık 2010 Çarşamba
uyku...
yaşadığım süre içerisinde değerini hiç bilemediğim şey uyku. başka insanların da böyle midir bilmiyorum ama yaşlandıkça daha az uyumaya başladım. eskiden hiç değilse 6 saat kadar uyuyabilen ben, 30'larıma yaklaştıkça 2-4 saat ancak uyuyabilmeye başladım.tabii bunun böyle olmasında yaşadığım ruhsal çöküntüler de var, aile içinden sevilen insanların kaybedilmesi, yaşamın olduğu gibi değişmesi, ayrılıklar, aşk acıları, alkol vesaire.
hani derler ya insan kaybetmeyince değerini anlamıyor diye, işte bana göre tam da uyku için geçerli. herkes uyurken, yalnız başına oturmak, kendi kendinle hesaplaşmak bazen iyi olsa da belirli bir zamandan sonra sıkmaya başlıyor insanı. ya da gece otobüs yolculuklarını ele alalım, herkes horuldayarak uyurken - muavin bile -, şoförle beraber yolu izlemek pek iç açıcı bir durum değil. ha bu uykusuzluk durumu nispeten sevgilimle beraberken değişebiliyor, hiç değilse onunlayken güzel bir uyku çekebildiğim günler oldu. tabii bunda onun verdiği huzurun gerçeği de yadsınamaz.
çocukluğumdayken duyduğum bir bilmece vardı, muhtemelen siz de hatırlarsınız hani şu '' çarşıdan alınmaz, mendile konulmaz, ondan tatlı hiçbir şey olmaz. '' hakikatten de öyle olduğu gerçeğini daha az uyumaya başladıkça fark ettim. yani parayla satın alınabilse her türlü masrafımdan kısıp 1-2 saatlik almak isterdim. ama maalesef icat edilmedi daha.
insan birşeyin değerini kaybedince anlar ya, siz siz olun uyuduğunuz uykunun değerini bilin. herkese iyi uykular...
hani derler ya insan kaybetmeyince değerini anlamıyor diye, işte bana göre tam da uyku için geçerli. herkes uyurken, yalnız başına oturmak, kendi kendinle hesaplaşmak bazen iyi olsa da belirli bir zamandan sonra sıkmaya başlıyor insanı. ya da gece otobüs yolculuklarını ele alalım, herkes horuldayarak uyurken - muavin bile -, şoförle beraber yolu izlemek pek iç açıcı bir durum değil. ha bu uykusuzluk durumu nispeten sevgilimle beraberken değişebiliyor, hiç değilse onunlayken güzel bir uyku çekebildiğim günler oldu. tabii bunda onun verdiği huzurun gerçeği de yadsınamaz.
çocukluğumdayken duyduğum bir bilmece vardı, muhtemelen siz de hatırlarsınız hani şu '' çarşıdan alınmaz, mendile konulmaz, ondan tatlı hiçbir şey olmaz. '' hakikatten de öyle olduğu gerçeğini daha az uyumaya başladıkça fark ettim. yani parayla satın alınabilse her türlü masrafımdan kısıp 1-2 saatlik almak isterdim. ama maalesef icat edilmedi daha.
insan birşeyin değerini kaybedince anlar ya, siz siz olun uyuduğunuz uykunun değerini bilin. herkese iyi uykular...
yaşamak ölmektir.
yaşamak ölmektir... yani '' to live is to die '', hayatımı derinden etkileyen bir şarkı ve söz. cliff burton son derece güzel demiş yani '' yaşamak ölmektir. '' haklı, ötesi yok çünkü, doğar, büyür ve ölür tüm canlılar, en ilkelinden en gelişmişine kadar. hiç kimse kaçamaz bu sondan. - ya da yeni başlangıçtan, orası biraz muallak tabii, son mu başlangıç mı -
bu zamana kadar yaşadığım acıları göz önüne alınca oldukça fazla miktarda acılara katlandığımı fark ettim. en basidi ölüm acısı yani, ama sonrasında durup düşününce de yine o beni derinden etkileyen söz geliyor aklıma : '' yaşamak ölmektir. '' hayatın aslında ne kadar boş - hatta bomboş - olduğunu fark ettiriyor bana. yani yaşanan kırgınlıklar, sevgisizlik, saygısızlık - ki sevgi eşit değildir saygı -, bir anlık ego ile söylenebilen sözler, kırılan kalpler, sinir...
kendi açımdan düşünürsem çok sakin biri değilim, hatta sinirli biri olarak bile tanımlanabilirim. ama yaşlandıkça daha fazla sakin durmaya başladığımı fark etmeye başladım. ailemle tartışırken, sevgilimle atışırken, arkadaşlarıma sinirlendiğimde falan artık daha sakin düşünmeyi öğrenmeye başladım. en azından mantıklısı zaten bu da ben geç kavradım sanırım. ne zaman sinirlenmeye başlasam beynimin içinde '' sakin ol '' sesi yankılanmaya başlayınca duruyorum, düşünüyorum. sözlerimi - geçmişime oranla nispeten - daha dikkatli seçmeye başlıyorum, daha az bağırmaya, kalp kırmaya, daha çok dinlemeye, kendi hatalarımı bulmaya çalışıyorum. her şeyin boş ve yalan olduğu bir dünyada topu topu bir avuç sevdiğim insanı kırmamaya özen göstermeye başladım. ha bütün bunları daha iyi bir insan olayım, insanlar beni daha çok sevsin, ehehe, gibi bir durum için de yapmadığımı belirteyim. gerek de duymuyorum insanların kalbini kırmaya ömrümüz bu kadar kısayken.
umarım bir gün bütün insanlar birbirlerini kırmaktansa daha fazla birbirlerine sarılmayı, birbirlerine sakin olmayı tercih eder. en azından başaramazsa bile denemek lazımdır.
bu zamana kadar yaşadığım acıları göz önüne alınca oldukça fazla miktarda acılara katlandığımı fark ettim. en basidi ölüm acısı yani, ama sonrasında durup düşününce de yine o beni derinden etkileyen söz geliyor aklıma : '' yaşamak ölmektir. '' hayatın aslında ne kadar boş - hatta bomboş - olduğunu fark ettiriyor bana. yani yaşanan kırgınlıklar, sevgisizlik, saygısızlık - ki sevgi eşit değildir saygı -, bir anlık ego ile söylenebilen sözler, kırılan kalpler, sinir...
kendi açımdan düşünürsem çok sakin biri değilim, hatta sinirli biri olarak bile tanımlanabilirim. ama yaşlandıkça daha fazla sakin durmaya başladığımı fark etmeye başladım. ailemle tartışırken, sevgilimle atışırken, arkadaşlarıma sinirlendiğimde falan artık daha sakin düşünmeyi öğrenmeye başladım. en azından mantıklısı zaten bu da ben geç kavradım sanırım. ne zaman sinirlenmeye başlasam beynimin içinde '' sakin ol '' sesi yankılanmaya başlayınca duruyorum, düşünüyorum. sözlerimi - geçmişime oranla nispeten - daha dikkatli seçmeye başlıyorum, daha az bağırmaya, kalp kırmaya, daha çok dinlemeye, kendi hatalarımı bulmaya çalışıyorum. her şeyin boş ve yalan olduğu bir dünyada topu topu bir avuç sevdiğim insanı kırmamaya özen göstermeye başladım. ha bütün bunları daha iyi bir insan olayım, insanlar beni daha çok sevsin, ehehe, gibi bir durum için de yapmadığımı belirteyim. gerek de duymuyorum insanların kalbini kırmaya ömrümüz bu kadar kısayken.
umarım bir gün bütün insanlar birbirlerini kırmaktansa daha fazla birbirlerine sarılmayı, birbirlerine sakin olmayı tercih eder. en azından başaramazsa bile denemek lazımdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)